Kişiler ve Kurumlar ancak karar verdikleri hedeflere ulaşabilirler. Şansınız çok olsa bile bir piyango
bileti alamadan size piyangodan büyük ikramiye çıkmasını bekleyemezsiniz.
Buna karşın varmak istediğiniz hedef hangisi olursa olsun, siz hazırlıklı olur ve o hedefe erişmek için
gerekli çabayı gösterir, azim ve iradenizi ortaya koyarsanız hedefinize erişmeniz artık şansa değil
zamana bağlıdır.
Üniversitelerimizin uluslararası alanda markalaşmalarının, da bizlerin bu yöndeki kararlılığına bağlı
olduğuna inanmaktayım. Tabii ki kararlılık, elde bilgi, birikim, deneyim ile gerekli alt ve üst yapı
olmadan tek başına yeterli olamaz. Ancak ben Türkiyenin bu saydıklarıma artık fazlasıyla sahip olduğu
kanısındayım.
Ülkemiz, ulaşım, iletişim, bilgi aktarma, dış dünya ile bütünleşmede en ileri ülkelerden geride
değildir. İnsan kaynağımız artık çok gelişmiştir. ABD başta olmak üzere Batı ülkelerine zamanında
gidip yerleşmiş bilim adamlarımızın, akademisyenlerimizin Türkiye ye gelip çalışmalarını sağlayacak
bilimsel, ekonomik, kültürel ve sosyal ortamlar artık yeterince sağlanmıştır.
Devlet Üniversiteleri yanında , Vakıf Üniversiteleri de büyük atılımlar gerçekleştirmis ve içlerinde
Mükemmeliyet Merkezleri olmak üzere iddialı biçimde ilerleyenleri vardır.
Markalaşma konusunda önemli bir ölçütün ''aranılırlık'' olduğunu 1969 ve 70lerde öğrendim. 1968
öğrenci olaylarından sonra, o sırada son sınıf öğrencisi olduğum Brüksel Üniversitesi'nin, 1980lerin
üniversitesini oluşturmak için kurduğu 7 kişilik araştırma ekibine ben de seçilmişdim. Daha sonra
üniversitenin Planlama bölünde uzman olarak devam ettiğim çalışmalarda, geleceğe yönelik konulan
çok sayıda bilimsel, akademik, kültürel vs kriterler yanında yabancı akademisyen ve öğrencilerin
Brüksel Üniversitesini öncelikle tercih etmelerinin nasıl sağlanacağı ve bu tercihin nelere bağlı
olduğunun araştırılması geliyordu.
Avrupa'nın göbeğinde, Nato ve AB Genel Merkezlerinin bulunduğu, son derece tanınmış bir şehrin
1830 larda kurulmuş Üniversitesi ''aranılırlık ve tercih edilme'' kriterlerinden markalaşmaya giden
yolu arıyordu.
Erişilmesi için çalışılan hedeflerin başında toplam öğrenci nüfusu içerisinde yabancı öğrenci
payının %25 den aşağı düşememesi geliyordu. Akademisyenler için aynı oran en az %10 olarak tespit
edilmişti.
Brüksel Üniversitesi, öğrencilerden alınan yüksek harçlarla yaşayan bir kurum olmadığı için bu
yüzdenin gelir amaçlı olmadığı belliydi. Üniversitenin bilim, eğitim vs düzeyini ölçmek yabancı öğrenci
ve akademisyen tercihleriyle yapılıyordu.
Ülkemizde de bu aranılırlığa erişmek ve Türk Üniversitelerine gelmek isteyen yabancı öğrenci ve
akademisyenlere kapılarımızı iyice açmak zorundayız .
Kurucusu olduğum İstanbul Bilgi Üniversitesinin benzer şekilde dış dünya'ya açılması için çok uğraş
verdik. Çin den 50 öğrenciyi kayıt ettiğimiz yıl adeta bayram yapmıştık.
Fransızca eğitim verecek bir Üniversitenin kurulması için 1985 de Jacques Chirac ile başlayıp 1991 da
Turgut Özal'ın yaptığı resmi ziyarette karara bağlattığımız ve daha sonra rahmetli Çoşkun Kırca'nın
çabalarıyla gerçeğe dönen Galatasaray Üniversitesi de, gerek yabancı akademisyen gerekse öğrenciler
açısından, aranılırlık ölçüsünde ciddi gelişme göstermiştir.
Türkiye' nin coğrafi durumu ve tarihi ilişkileri çevre ülkelerden bilim adamlarını cezbedecek
durumdadır. Sovyet rejiminin eleştirilemeyecek yönlerinden biri bilimselliğe verdiği önem olmuştur.
Başta batı ve orta Asya Türk Cumhuriyetleri olmak üzere, Rusya, Ukranya gibi ülkelerden ciddi sayı ve
kalitede bilim insanı ülkemize geldiği gibi, daha da gelebilir.
ABD'nin üstünlüğünün Dünya nın dört bir yanından gelen bilim adamlarına kapılarınınn açık
olmasındandır. Amerikan kökenli olmayanları ABD den çıkartmaya kalksanız ABD Üniversiteleri çok
ciddi zorluklarla karşılaşırlar.
Markalaşma konusunda kademeli hedefler koyabiliriz; Balkanlarda, Karadeniz Ekomomik İşbirliği
Ülkeleri içersinde, Orta Doğu ve Afrika coğrafyasında, Avusturyadan-Çine kadar olan coğrafyada ve
Batı Dünyasında ilk 10 veya 50 de olmak gibi.
Bu hedefler YÖK gibi bütün üniversiteleri temsil eden kuruluşlar tarafından belirleneceği kadar, her
üniversite de kendi hedeflerini ve bu hedeflere varmada kullanacağı yöntem ve imkanları tespit
edebilir.
1980 lerde ''Türkiyenin ihracaatı 20 milyar doları nasıl bulur'', ''Türk Müteahhitlerine Yurt Dışında
20 milyar dolarlık Pazar Var'' gibi çalışmalarıma gülüp geçenlerin bugünlere gelebileceğimize
dair inançları yoktu. Ama bugün 2023 için 500 milyar dolar ihracaat hedefi koyabiliyor ve Türk
Müteahhitlik sektörü ABD yi geçip Çin den somnra Dünya da 2. sıraya yerleşebiliyor.
1985 de bu ülkeye 5 milyon turiast getireceğiz dediğimizde bizi hafife alan, hatta alay edenlerin daha
sonra ne kadar utandıklarına şahit oldum. Geçmiş yıllarda, esas sorunumuz olan ileriyi görememek.
büyük hedeflere yönelememek ve benzeri durumların gerilerde kaldığını iyice bilmemiz gerekir.
Türkiye artık karar verdiğini gerçekleştirecek büyüklük ve güce sahip bir ülke haline gelmiştir. Bu
gelişmeyi büyük ölçüde Turgut Özal'a, ona inanan kadrolara ve Milletimizin desteğine borçluyuz.
Benzer toplantı 10 yıl sonra düzenlendiğinde Dünya çapında tanınmışlığı, saygınlığı, bilimsel düzeyi,
zirveye çıkmış çok sayıda üniversite temsilcimizin bu toplantıda başarılarını anlatacaklarına olan
inancımın tam olduğunu söylemek istiyorum.
Eğer 1970 lerde bağnaz, tutucu, Devleti insanımızın önüne koyan, kendi vatandaşına güvenmeyen
anlayış o yıllarda kurulmaya başlayan özel üniversiteleri marifetmiş gibi, çağdışı Stalinci anlayışla
kapattırmasıydı, bugün belki de dünya çapında markalaşmış onlarca Türk üniversitesinin başarısını
konuşuyor olacaktık.
1970 lerde üniversiteleri kapatma yerine, destekleyip ve denetleseydik, eminim ki bugün tam
manasıyla oturmuş en azından 50 üniversitemiz daha olabileceği gibi, o yıllardan bu günlere kadar
olan 35 yıllık sürede üniversite dışı kalmış milyonlarca gencimizin geleceği bambaşka olabilecek ve
istediği eğitimi yapamamış gencimiz kalmayacaktı.
Özel üniversiteleri kapattıran ve buna ön ayak olan zihniyet, bunun için uğraşmış olan
akademisyenler, siyaset adamları, yazılarıyla destek veren köşe yazar ve gazete yöneticileri Türk
gençlerine en büyük kötülüğü yapmış kişiler olarak ifşa edilmeli, yaptıklarının bir eğitim soykırımı
olduğu aradan 40 yıl geçde de sağ olanların yüzüne haykırılmalıdır.
Türk Üniversitelerinin çok değerli temsilcileri, inandığınız ölçüde, azim ve iradeyle çalışmalarınıza
devam ettiğinizde erişemeyeceğiniz mertebe bulunmamaktadır.
Sizler, Dünya ya hükmetmiş bir Milletin en seçkin unsurlarısınız. Kadim tarihte geçerli olmuş olan silah
yöntemleriyle fetih yerine, sahip olduğunuz akıl-bilim-kültür-insan sevgisiyle önce gönülleri sonra da
beyinleri feth etmememiz için bir sebep yoktur.